Sektörmedya: Erken Cumhuriyet Döneminde Devletçilik İlkesi
Faik Kurtulan
Sosyolog Araştırmacı Yazar
Erken Cumhuriyet Döneminde Devletçilik İlkesi
Bir ülkede devletin ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda gerek üretim yoluyla gerekse piyasayı.düzenlemek için bir piyasa oyuncusu olarak müdahale ettiği sisteme kısaca devletçilik denir. Devletin ekonomiye müdahalesi çeşitli seviye ve şekillerde ülkeden ülkeye farklılık gösterse de cumhuriyetin kuruluş döneminde uygulanan devletçiliğin kendine özgü özellikler taşıdığından söz edilebilir. Özellikle
Birinci Dünya Savaşı sürecinde ülkeler sınırlarını her türlü ekonomik ve askeri saldırıdan koruma uğruna içe kapanmayı tercih etmişler ve devletler ülke ekonomilerine müdahale etmek zorunda kalmıştır.
Prof. Dr. Zafer Toprak’a göre; “Birinci Dünya Savaşı koşullarında devletler ekonomik bir bunalıma da düşmüşler ve çareyi liberalizmden devletçi uygulamalara geçmekte bulmuşlardır. “19. yüzyılda küreselleşen dünyanın Cihan Harbi ile birlikte karanlık bir döneme girdiği ve her ülkenin kendi başının çaresine bakmak zorunda kaldığı iki dünya savaşı arası evrede, solidarizm Türkiye’nin de kendi içine kapanışının bir göstergesiydi. Solidarizm son kertede ulusal birlik demekti; ötekilere karşı bir direnç odağıydı. Her ne kadar solidarizm başlangıç evresinde Fransa’da radikal sosyalist parti başbakanlarından Léon Bourgeois’nın ortaya attığı ve sınıflı bir toplumda yoksul kesimlere el uzatmaya yönelik, bir başka deyişle, sosyal devlete açılım sağlayacak bir fikir hareketi olarak doğmuşsa da Türkiye gibi gecikmiş bir ülkede ulusal birliği pekiştirmeye yönelik bir çizgiye oturuyordu. Mustafa Kemal, solidarizm hakkında kitaplar okumuş, Üçüncü Cumhuriyet Fransa’sını yakından izlemiş, birçok vesileyle görüş serdetmişti. Solidarist görüşleri kısmen Durkheim’den, kısmen Charles Gide ve Charles Rist’ten esinleniyordu.”1
Atatürk’ün tercih ettiği yolun üçüncü yol olduğu sonradan şu şekilde ifade edilecekti: “Devletin ekonomiye artan müdahalesinin tezahür biçimi olan devletçilik” Boratav, 1974) üzerindeki tartışmalar iki grupta gelişmiştir. Devletçilik kimilerince bir iktisat politikası olarak değerlendirilmiş, kimilerince de İktisadi ve toplumsal bir sistem olarak yorumlanmıştır. Bir iktisat politikası olarak devletçilik kapitalist gelişme modelini seçmekle beraber liberalizme karşı çıkılarak, ekonominin daha etkin ve adil işlemesi için devlet müdahaleciliğini ifade etmekte, devletin özel girişimin yapamadığı ve kamu çıkarlarının gerektirdiği işleri yapacağını ifade etmektedir. Bir sistem olarak
devletçilik iddiası ise, kapitalist ve sosyalist sistem arasında ve her iki sistemin kötü yanlarını eleyen yepyeni bir sistemdir”2
Cumhuriyetin kuruluş arifesinde Lozan görüşmeleri sürecinde yapılan ve dışarıya karşı bazı mesajlar içeren İzmir İktisat Kongresi de üçüncü yolun devletçilik anlayışını göstermek açısından önemli bir rol oynuyordu. Buradaki devletçilik anlayışı liberalizme ve kolektivizme teslim olmayan bir duruşu sergiliyordu. “Türkiye İktisat Kongresi İkinci Meşrutiyet yıllarında “milli iktisat” diye bilinen ekonomik
yapılanmayı Cumhuriyete taşıyacaktı. Atatürk’ün açış konuşması bunun somut kanıtıydı. Kongrede benimsenen ilkeler 19. yüzyılın liberal beklentilerinden uzaktı. Türkiye uluslaşma sürecindeydi ve bu aşamada kendi ekonomisine -dışa kapanma pahasına- çeki düzen vermek zorundaydı. Bireysel kaygılara yönelik pazar göstergeleri ötesinde ulusal çıkarlar sürekli vurgulanıyor, devletin şu ya da bu şekilde devreye girebileceği ortam oluşturuluyordu. İleride devletçilik diye bilinegelen politikaların ilk nüveleri bu kongrede belirdi. Ayrıca savaş sırasında yaşanan yüksek enflasyon nedeniyle· bütçe konusunda temkinli davranılacaktı. “Denk bütçe, sağlam para” temel ilke olarak benimsenecek, para politikası konusunda son derece eli sıkı davranılacaktı. Nitekim bir yıl önce, 1 Mart 1922’de Üçüncü Toplanma yılını açarken Atatürk Millî Mücadele’nin amacının tam bağımsızlık olduğunu, gerçek anlamda bağımsızlığın ise ancak mali bağımsızlık ile gerçekleşebileceğini söyleyecekti. Bir ülkenin maliyesi bağımsızlıktan yoksun olursa o ülkenin tüm hayatiyeti felce uğrardı.”
1 Türkiye’de Popülizm 1908-1923 Prof. Dr. Zafer Toprak, sf:303
2 Atatürk Döneminde Para Politikası (1923-1938), Gülsün Gürkan Yay, sf>:17
3 https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/687519
Atatürk döneminin liberalizmle mi, devletçilikle mi tanımlanması tartışmaları her iki yolun da kantarın topuzunu kaçıran yanlarının törpülenmesi olan üçüncü yolun görülmemesinden kaynaklandığı aşağıdaki analizden de anlaşılmaktadır. Bu analize göre: “Devletin özel girişimciliğin yerini almayıp özel kesimle rekabet eden değil, onu tamamlayan bir yapı geliştirdiği; ekonominin her alanına yayılan değil, daha çok, kısmî bir (sanayi sektöründe) kamu girişimciliği benimsediğini görüyoruz.
1923-1930 arasında çok zayıf olarak sürdürülen (daha çok millileştirmeler ve kamu tekelleri kurma biçiminde) kamu girişimciliğinin, 1930 sonrasında yaygınlaştığını (piyasa ve fiyatlara dolaylı/dolaysız müdahaleler, koruma ve teşvik uygulamaları), buna ilaveten devletin planlı şekilde sınai işletmeler kurarak ve millileştirmeler i sürdürerek bilfiil devlet işletmeciliğine yöneldiğini söyleyebiliriz.”4
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyetinde nasıl bir iktisat politikası uygulanacağı Atatürk ve arkadaşlarının
çevirisini yaprak incelediği Charles Gide ve Charles Rist’in “Fizyokratlardan Günümüze Kadar İktisadi
Mezhepler Tarihi” adlı o devirde 20 dile çevrilmiş, bugün ancak sahaflarda bulunan kitap esin kaynağı
olacaktı. 1927 yılında İçişleri Bakanı Şükrü kaya ve bir arkadaşı tarafından çevrilen bu kitap 5 ekonomi
yönetiminde tercih edilmesi gereken yol olarak liberalizm ve kolektivizm arasındaki üçüncü yol olarak
“solidarizmi” öneriyordu. Bu arada kitabın yazarlarından Charles Rist ülkeye davet edilmiş ve Türkiye
ekonomisi ile ilgili bir inceleme yaptırılarak Atatürk hükümetine verdiği rapor değerlendirilmişti.
Yine Charles Gide ve Charles Rist’in kitap Atatürk’ün Afet İnan’a yazdırdığı “Atatürk’ten Yazdıklarım”
(Medeni Bilgiler) adlı kitabın “Bağlılık (Solidarite) adlı bölümü, çevirisi Şükrü Kaya tarafından yapılan
ve Atatürk tarafından da benimsenen kitapla son derece örtüşüyordu.
6
Yani kitaptaki fikirler Atatürk tarafından da benimsenmiş, kendi düşüncesinde harmanlanarak yine kendi özgün ifadeleriyle Afet
İnan’a yazdırılmıştı. Fransa’nın üçüncü cumhuriyet dönemi düşünürleri ve Başbakan Leon de
Borgeuis’den esinlenme, Rus halkçılığı Göktürk ve Selçuklu dönemi uygulamaları Atatürk dönemi
boyunca yapılan inkılaplar ve alınan kararlarda adeta vazgeçilmez bir düşünce tarzı olarak kendini
gösteriyordu. Daha sonraları liberalizm tarafından II. Dünya savaşı sonrası baskı altında tutularak
büyük bir karartmaya uğratılacak olan 3.yol’un Türkiye’deki temsilcileri Atatürk ve ona inanan
arkadaşları olacaktı.
“Nitekim Mustafa Kemal: 1929 Buhranı bu anlayışın kaçınılmazlığını ortaya koyacaktı. Atatürk Afet
Hanım’a yazdırdığı notlarda devlet müdahalesinin gereğini vurguluyor, aynı zamanda sosyalizmle
arasına mesafe koyuyordu: ‘Türkiye Cumhuriyeti’ni idare edenlerin, demokrasi esasından
ayrılmamakla beraber, Devletçilik prensibine uygun yürümeleri bugün içinde bulunduğumuz
hallere, şartlara ve mecburiyetlere uygun olur. Bizim takibini muvafık gördüğümüz Devletçilik
prensibi, bütün istihsal ve tevzi vasıtalarını fertlerden alarak, milleti büsbütün başka esaslar
dahilinde tanzim etmek gayesini takip eden sosyalizm prensibine müstenit kolektivizm yahut
komünizm gibi hususi ve ferdi iktisadi teşebbüs ve faaliyete meydan bırakmayan bir sistem
değildir.” diyecekti.7
Bu ifadeler özel teşebbüse izin veren ancak her şeyin devlet elinde toplanmasına
karşı çıkan bir tutumu gösteriyordu. Diğer bir örnek verirsek: “Bu konu ile ilgili 1935 Ağustos’unda
İzmir Fuarı’nın açılışına gönderdiği mesajda yer alan şu sözlerine eğilelim: “Türkiye’nin uyguladığı
3 Atatürk Kurucu Felsefenin Evrimi, Zafer Toprak, T.İş Bankası Kültür Yay. Sf:183
4 Atatürk Döneminde Para Politikası a.g.e. sf>:18
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/687519
5 https://www.nadirkitap.com/fizyokratlardan-gunumuze-kadar-iktisad-mezhepler-tarihi-cilt-2-charles-ristcharles-gide-kitap22270912.html
6
Zafer Toprak, a.g.e sf:303
7
Zafer Toprak a.g.e. sf:192
devletçilik sistemi XIX. yüzyıldan beri sosyalizm nazariyecilerinin ileri sürdükleri fikirlerden alınarak
tercüme edilmiş bir sistem değildir. Bu, Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş, Türkiye’ye has bir
sistemdir. Devletçiliğin bizce anlamı şudur; fertlerin hususî teşebbüslerini ve faaliyetlerini esas
tutmak; fakat büyük bir milletin bütün ihtiyaçlarını ve birçok şeylerin yapılmadığını göz önünde
tutarak, memleket iktisadiyatını devletin eline almak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk vatanında
yüzyıllardan beri ferdî ve Özel teşebbüslerle yapılamamış olan şeyleri bir an evvel yapmak istedi ve
kısa bîr zamanda yapmayı başardı. Bizim takıp ettiğimiz bu yol, görüldüğü gibi, liberalizmden, başka
bir yoldur.”8
Devletçilik prensibi ifadesiyle devletin özel teşebbüse ve piyasaya müdahale edebileceği belirtiliyordu.
Fransa solidarizminin uygulamaları da bu şekildeydi. Bu sistem, üçüncü yoldu.
Zafer Toprak Mustafa Kemal ve cumhuriyet aydınlarının yaklaşımlarını şu şekilde değerlendiriyor:
“Cihan Harbi sonrası gözlenen müdahaleciliğe, devletçiliğe yöneliş 19. yüzyılın son çeyreğinde
gündeme gelmişti, bu bir tür liberalizme tepkiydi. Uzun depresyon diye nitelenen 1 873-1 896 arası
dönem bu konuda kaygıların doğduğu bir evreydi. İktisatta liberal anlayış zenginlere yaramıştı. Orta
hallileri ezmiş, toplumun bir kesimini yoksulluğa sürüklemişti. Sanayileşmeyi gerçekleştirememiş,
geri kalmış ülkeler için ise sonuç felaket ve perişanlık olmuştu. Sosyalizm bu gelişmelere tepkinin
sonucuydu. Kari Marx’ın fikirlerinden esinlenerek kolektivizme kadar giden derece derece
müdahaleci ve sosyalist düşünce seçenekleri liberalizmin ifratına karşı tefrit niteliğindeydi.
Düşünürler ifrat ile tefrit arasında bocalayarak bu iki uç akımın ortasında bir anlayışa, son kertede
Batı’da “etatisme” diye adlandırılan devletçilikle varacaklardı. Devletin vurgulandığı iktisadi model
her ülkede farklı bir biçimde tezahür ediyordu. Almanya’da sosyal demokrasi doğarken Fransa’ da
bunun adı solidarizmdi ve Radikal Part çevresinde rağbet bulmuştu.”9
Prof. Dr. Afet İnan, kaleme aldığı “Medeni Bilgiler” adlı kitapta, ekonomide toplumsal adaletsizliğin
nasıl önlenmesi gerektiğine dair Atatürk’ten naklettiği bilgileri dip notta tam metnini sunduğumuz
‘Bağlılık (Solidarite)’10 başlıklı bölümde bize aktarıyordu. Bu yazıda Atatürk, kullandığı sosyolojik
ifadeler itibariyle Durkheim’den esinlenmiş olduğunu belli ediyordu. Atatürk’ün esinlendiği ekol
“Yapısal İşlevselci Ekol’dü. Fikir babalığını Durkheim’in oluşturduğu ve sosyolojide çok bilinen Yapısal
İşlevselci’ ekol, Darwin Teorisinden esinlenerek toplumu bir insan vücuduna benzetmiş ve toplum
içinde bulunan aile, ekonomi, eğitim gibi toplumsal kurumların birbirlerine ihtiyaç duyduklarından
aralarında doğal bir dayanışma olduğunu, zaman zaman aralarında çatışmalar yaşansa da toplumun
farklı kurum ve gruplarının daima bir uzlaşma geliştiren tümleşik yapılardan oluştuğunu kabul etmişti.
İşte “Medeni Bilgiler” adlı kitapta “Bağlılık (Solidarite” başlıklı bölümde “Bütün insanlar, bir sosyal
bedenin üyeleridir ve bu sebeple birbirine bağlıdırlar.” İfadesi Durkheim’in yukarıda bahsettiğimiz
8 T.C. KÜTAHYA DUMLUPINAR ÜNİVERSİTESİ Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Bölüm Başkanlığı ‘Devletçilik’ Başlıklı
makalesi. https://aiit.dpu.edu.tr/tr/index/sayfa/10361/devletcilik
9 Zafer Toprak, a.g.e. sf: 192
10
” Bağlılık (Solidarite) İnsanlar birbirine Bağlıdır. Bütün insanlar, bir sosyal bedenin üyeleridir ve bu sebeple
birbirine bağlıdırlar. Bu karşılıklı bağ, herkesi diğerinin yükümlülüğüne de karıştırır. Bir de insanlar, ölülerin
kültürel mirasçıları olduklarından aralarındaki bağlar, zamanı ve yeri kapsar. Bu bağlar, doğaldır, sosyaldir ve
ekonomiktir. Tabii ve sosyal bağın bize öğrettiği şudur; Özellikle, iş bölümü ve kültürel mirasçılık yüzünden
herkes sahip olduğu şeyin ve hatta kendi kişisel varlığının en büyük kısmını atalara ve bir zamanda yaşadığı
insanlara borçludur. Eğer böyle ise, yani, eğer her yerde, insanın insana karşı bir borcu varsa, bütün borçlar
gibi bunun da ödemesi gerekir. Bu borçlar, kimin tarafından ödenmelidir? – İnsanlar arasındaki doğal ve sosyal
bağdan yararlanarak servet kazananlar tarafından! Çünkü eğer gelmiş geçmiş, ismi bilinmeyen binlerce, bağlı
insanlar olmasaydı, zaten bu servet olmazdı. Kime ödemeli? – Doğal ve sosyal bağdan yararlanmak yerine
zarar görenlere! Gerçi bu alacaklıların kişisel olarak bilinmelerine olanak yoktur. Ancak, bunların temsilcileri
vardır; devlet veya birçok sosyal yardım kurumları. Nasıl ödemeli? – Bir defa, devlete vergi, özellikle artar
vergi olarak ve sonra bağış olarak yardım kurumlarına verilebilir.” Medeni Bilgiler sf:105
ekolünün ifadeleriydi. Aynı bölümde insanların birbirine karşı yükümlülükler içerisinde olduklarını ve
ölüp gitmiş atalarının bıraktığı mirasa sahip oldukları gibi kişisel olarak sahip oldukları servetlerini da
yine atalarına ve birbirlerine karşı oluşturdukları sosyal bağlardan dolayı kazananların topluma karşı
borçlu olduklarını, bu borcun da topluma artan oranda vergilerle ve yardım kurumlarına bağış yoluyla
ödenmesi gerektiğini anlatmaktaydı. Tüm bu ekonomik paylaşımın daha gerçekçi ve hakkaniyetli
olabilmesi için de Devlet Sosyalizminden bazı ilkelerin de alınabileceğini belirtiyordu. Kollektivizme hiç
benzemeyen Devlet sosyalizmi konusu kısmen Atatürk’ün devletçilik anlayışının ipuçlarını ihtiva
etmekteydi. Aslında onun arzuladığı şey, ta Selçuklu Devleti hatta daha da eski çağlardan bu yana
kültürümüzde bulunan yardımlaşma kültürü ve dar gelirliler üzerinde devlet himayesinin olması
hususuydu. Toplumun nesiller boyunca yaşadığı ilişkiler sonucu ekonomik bir kazanım elde eden
varlıklı kişilerin topluma borçlu oldukları bu zenginliklerinin önemli bir bölümünü toplumun dar
gelirlileri ile bölüşmesinin yolunu gösteriyordu. Bu nedenle Atatürk’ün devletçilik ilkesi yurt dışına
karşı milli teşebbüslerin, özel teşebbüslere karşı da halkı himaye etme prensibi üzerine kuruluydu.
Atatürk’ün Yapısal İşlevselci ekolden etkilendiğini bu kez de yine Medeni Bilgiler kitabının “Sağlık ve
Sosyal Yardımın Önemi” başlıklı yazıda görüyoruz. Bu bölümde Atatürk “Sosyal yardım, bir milletin ve
bir toplumun çaresiz ve dayanaksız kalmış, güçten düşmüş, kendi yaşamasına, tedavisine gereken
asgari araçları bizzat bularak ve bunları sağlama imkânından yoksun organlarının imdadına
koşmasıdır.”11 Derken muhtaç kimseleri toplumda bir “organ” olarak tanımlıyor ve yine karşımıza o
sosyolojik ekol çıkıyordu.
Erken Cumhuriyet döneminde devlet himayesi dar gelirli ve fakirler üzerinde olacaksa ekonomik
faaliyetlerin her aşamasında devletin kontrolü ve gerekirse müdahalesinin bulunması gerekmekteydi.
Gerektiğinde arzı az olan stratejik ürünlerin özel sektörün yanı sıra devlet tarafından da üretilerek bu
şekilde fiyat dengesinin sağlanması, gerektiğinde üretici ve tüketici arasında fiyatlar konusunda
doğabilecek çıkar kavgalarında fiyatlara doğrudan müdahale ederek, gerektiğinde ise yurt dışından
ithal edilen malların hem üretim hem de tüketim dengelerini bozmasına önlem olarak Neomerkantilist (Korumacı) tedbirlerin alınması, ürününün fiyatı düşen köylüye yüksek taban fiyat
belirleyerek teşvik alımları yapması da yine erken cumhuriyet dönemi devletçiliğinin önemli
uygulamalarından biriydi. Devletin üretimi artırmak için şirketler açması aynı zamanda istihdamı da
artıran faktörler arasında önemli bir rol oynamaktaydı.
Örneğin 1930’lu yıllarda CHP parti tüzüğüne bakıldığında şu madde dikkati çekmekteydi:
“Üretmenlerle yoğaltmanlar (üreticilerle tüketiciler) arasında çıkabilecek asığ (çıkar) kavgalarını
önlemek için devlet bütün endüstrilerde fiyat kontrol işlerini düzenleyecektir. Devlet fabrikaları için
de ayrıca finansal ve teknik bir kontrol düzeni konacaktır.”12 Bu maddeler hem parti programı hem
de tek parti düzeninin hükümet programı niteliğindeydi.
İthalatın verebileceği zararlara ilişkinse aynı programda bu kez şöyle bir madde ile karşılaşmaktayız.
“Yoğaltmanların zararına fiyat birliği yapacak olan tröst ve kartellere izin verilmeyecektir.
Rasyonelleştirme ergesi ile yapılacak olanlar bunun dışındadır.”13 Bu maddeyi daha çok ithalata
yönelik ele alma durumundayız. Bu anlayıştan hareketle Başbakan gümrük tarifeleri üzerinden
uygulanan devlet himayesinin dönemin başbakanı tarafından şöyle ifade ettiği aktarılıyor: “Nitekim,
Başbakan İsmet Paşa 1929 yılı Kasım ayında; “yeni gümrük tarifeleri tedricen uygulanmaya başladı.
Tarife siyasetimiz aşırı ve hesapsız bir himayecilik fikrinden uzaktır… Buğdayı bilhassa himaye
ettiğimiz doğrudur…” derken, birkaç ay sonra da “Dokuma sanayiini … himaye… kararındayız.”
diyerek, uygulanan politikaların tesadüfi olmadığını ortaya koymuştur (Boratav, 2006:113-36). Bu
11 M. Kemal Atatürk, Medeni Bilgiler Sf:431
12 TBMM kütüphanesi Es No:110 1936, Remiz: SS 339-a C.H.P. Programı, 13 K.Sani, , Yer:76-1700, Yıl:1935, Kop:6, DEM:70-602
13 C.H.P. Programı, a.g.a. sf:23
kapsamda, ithal ikamesini hızlandıracak ve Yurt içi sanayiini destekleyecek düzenlemeler yapılması
yoluna gidilmiştir”
14
O dönemin kaynaklarına göre gerek üreticiyi korumak gerekse bazı malların aşırı fiyatla satılmasını
önleme amaçlı taban ve tavan fiyat uygulamaları yapılmıştır. Örneğin çiftçinin ürettiği buğday dünya
piyasalarına bağlı olarak fazla ucuzladığı zaman Ziraat Bankası kendisine bağlı Toprak Mahsulleri Ofisi
aracılığı ile devlet adına ya alımlar yapmış ya da ürüne taban ve tavan fiyat koymuştur.
Bugün bu uygulamalara örnek olarak Avrupa Birliği’ni gösterebiliriz. Avrupa Topluluğuna bağlı çalışan
“The European Food Prices Monitoring Tool” adlı izleme kuruluşu Atatürk döneminde yapılmış olan
tüm uygulamaları yapmakta ve özellikle enerji ve tarım gibi bazı stratejik ürünlerde taban ve tavan
fiyat uygulamalarıyla fiyat kontrolü uygulamaktadır.
Himayecilik konusunda da günümüzde yapılan bazı uygulamalar İnönü’nün başbakanlık dönemini
aratmayacak niteliktedir. Akademik bir çalışma himayeciliğin günümüzde tarihin tozlu sayfalarında
görülmüş bir uygulama olarak algılanmadığı, güçlü devletler tarafından yer yer kullanıldığını
göstermektedir. Araştırmayı alıntılarsak: “2017’nin ocak ayında Donald Trump 45. Başkan olarak
göreve başladıktan hemen sonra, seçim kampanyasında da açıkça belirttiği gibi, Amerika Birleşik
Devletleri’nin (ABD) uzun yıllardır istikrarlı bir biçimde yürüttüğü serbest dış ticaret politikalarını
değiştirmeye yönelik çeşitli hamleler yapmaya başlamıştır. Öncelikle, 2016’da Barack Obama
döneminde imzalanan ve Pasifik Okyanusu kıyısında yer alan 12 ülkenin üyesi olduğu Trans Pasifik
Ortaklığı – Trans Pasific Partnership (TPP) Anlaşması’ndan çekildiğini duyurmuş, daha sonra Ticaret
Temsilciliği’ne, yapılan ithalatın ABD’nin ulusal güvenliğine zarar verip vermediğinin araştırılması
konusunda talimatlar vermiştir. 2017 içerisinde başlayan araştırmalar, 2018’in başından itibaren
sonuçlanmıştır. Araştırmaların çoğunda yapılan ithalatın ABD’nin ulusal güvenliğini tehdit ettiği
sonucuna varılmış, akabinde çelik ve alüminyum sektörleri başta olmak üzere birçok sektörde
uygulanan tarifeler hızla yükseltilmiştir. Bu müdahaleler Çin başta olmak üzere ABD’nin neredeyse
tüm ticaret ortaklarını olumsuz etkilemiştir.15 Bundan anlaşılan şudur: 1776 yılında Adam Smith
tarafından yazılan bir kitapla (Ulusların Zenginliği) son verilen Merkantilizm hegemon devletlerin
zaman zaman kaçış yapacakları bir uygulamadır. Liberalizmin ilkeleri ise gelişmekte olan ülkeler için
dini hüküm niteliği taşımaktadır ve her şey serbest piyasa hükümlerine tabidir. Bu, hegemon devletler
ve ulus ötesi şirketlerin geri kalmış ülkelere girmesi ve rahat sömürebilmesi için gereklidir. Ancak bu
devlet ve şirketler sıkıntıya düşerse onlar için her türlü eskide kalmış uygulama mübahtır. Eğer fiyat
kontrolü ve himayeciliği siz yaparsanız bu demode bir gerici uygulamadır, Avrupa ve ABD yaparsa
normal görülmelidir, onlar için oyunun kuralları esnetilebilir.
Sonuç Olarak:
Erken Cumhuriyet dönemi devletçilik anlayışı 1929 bunalımına kadar stratejik işletmelerin
devletleştirilmesi ve daha az devlet üretimi şeklinde bir manzara sergiliyorken 1929 bunalımından
sonra devletin üretime ve fiyatlara daha çok müdahale ettiği şeklinde kendisini göstermektedir.
Üretime devletin de katılması ve fiyatlara çeşitli yöntemlerle denge sağlaması ülkede istihdamın ve
refahın artmasına sebep olmuştur. Bütçe denk tutulmuş ve enflasyon en düşük seviyede seyretmiştir.
14 Levent Özkardeş, Cumhuriyetin İlk Yılları ve 1929 Ekonomik Bunalımında Dış Ticaretin Yönetimi, sf:4,
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1020106
15 Barış Ülker, Yeni Merkantilist Politikaların Oluşumu, Gelişimi Ve Etkilerinin Analizi, Doktora Tezi, T.C.
BURSA ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ İKTİSAT ANABİLİM DALI
https://acikerisim.uludag.edu.tr/bitstream/11452/26614/3/Bar%C4%B1%C5%9F_%C3%9Clker.pdf
Ülke ekonomisi yabancı sermayeye kapalı tutulmamış ancak ülke menfaatleri doğrultusunda hem
yabancı sermayenin hem de yerli sermayenin sorumlu kazanç sağlama doğrultusunda yasalar
çıkartılarak çalışmaları devlet tarafından denetlenmiştir.
Halkçılık ilkesi sosyal demokrat sistemlerde algılandığı şekliyle farklı sınıfların çatışması yahut
uzlaşması olarak görülmediği aksine meslek örgütlerinin dayanışma ve temsil sistemi olarak görülerek
1923, 1927, 1931 ve 1935 yıllarında gerçekleştirilen CHP kurultaylarında parti programlarına işlendiği
görülmektedir. Bu anlayışa göre Atatürk’ün Türk Milleti’ne gösterdiği hedef meslek örgütleri temsil ve
dayanışması sistemidir. 16 Bu sistemin kaynağı, Selçuklu ve Osmanlı dönemi lonca sistemi ve bu
sistemin Fransa Üçüncü Cumhuriyeti dönemindeki ulus-devlet uygulamalarıdır.
Sonraları Avrupa’ya da yayılmış olan Selçuklu ve Osmanlı lonca esintilerinin ilk ‘ulus devlet’ oluşturan
Fransızlarca nasıl esinlenildiğinin ve uygulandığının Atatürk ve arkadaşları tarafından incelenerek genç
Türkiye Cumhuriyeti’ne özgün bir sentez oluşturdukları anlaşılmaktadır.
Her ne kadar birbirine benzerlikleri de bulunan devletçilik ve sosyal devlet uygulamaları son tahlilde
farklılık arz eder. Sosyal devlet uygulamaları özel teşebbüsün toplum içindeki konumunu daha istikrarlı
ve sağlıklı bir yere oturtmaya ve doğan krizleri yatıştırmaya çalışırken devletçilik başta dar gelirliler
olmak üzere ülke ekonomisinin düzgün gitmesi için gerekli yasaları çıkartarak müdahalelerini daha
krizler çıkmadan gerçekleştirir. Her aşamada ekonomiye müdahale edebilir.
Erken Cumhuriyet Dönemi uygulamaları günümüzde de ABD ve AB gibi Batılı devletler tarafından da
gerekli zaman ve durumlarda uygulanmaktadır. Yani örnek olarak makaleye aldığımız ve daha başka
örneklerle de sayabileceğimiz uygulamalar Batı’da ülke menfaatleri söz konusu olduğunda liberal
sistemin dışına çıkılarak kullanılmaktadır. Bu uygulamalar Atatürk döneminin güncelliğini yitirmediğini
ancak milli eğitim sistemimize hâkim olan hem dünyada hem de ülkemizde liberal ve Marxist çevreler
tarafından özellikle Fransız Üçüncü Cumhuriyet uygulamalarının bir karartmaya tabi tutulduğu,
böylelikle üçüncü yolun tercih olarak bilinmesinin engellendiği anlaşılmaktadır. Bu da Atatürk’ün
ideolojisinin kitleler tarafından anlaşılmaması ve çağ dışı görülmesini sağlamaktadır. Böylelikle de her
iki çevre de kendi ideolojilerini ‘Atatürkçülük’ adı altında sunabilmekte ve ülkeyi emperyalizme teslim
ederken aynı zamanda çıkmaza sürüklemektedir. Bu tutum dünyada ve Türkiye’de üçüncü yol
seçeneğinin görünmez hale getirilmesinde liberal, sosyal demokrat ve sosyalist çevrelerin bir ittifak ya
da iş birliğinden de bahsedilebilir.
Dünya milletleri tarafından da devamlı olarak incelenip uygulamaları kullanılan Atatürk’ün üçüncü
yolu olarak bildiğimiz sistem, bir gün milletimiz tarafından da yeniden keşfedilecek ve bütün oyunlar
bozulacaktır.
Faik Kurtulan
Sosyolog Araştırmacı Yazar
1 Aralık, 2023
16 Atatürk’ün Halkçılık Programı, İsmail Arar, 1963, sf:25 Madde.2