Nurcan Ercan BAKİ DİYOR Kİ: Cumhuriyeti çoşku ile kutladık ama içimi de hüzün kapladı

1de0aeba-f9ee-44a5-b218-9e5a949dcefa
Sevgili can dostlarım,
29 Ekim Cumhuriyet bayramı ne kadar güzel kutlandı!
Cumhurbaşkanımızın direktif, takdir ve teşrifleriyle, bilhassa İstanbul ve Ankara’da birçok organizasyon düzenlenmiş, muhteşemdi!
Kim kutladı, halk. Cumhuriyete sahip çıkan Türk halkı. Atatürk sevgisi ni kaybetmeyen, Cumhuriyete sahip çıkan halk.
Çocukluğuma gittim bir ara, küçük çocukların okullarında öğretmenlerinin nezaretinde ki coşkun Cumhuriyeti kutlama törenlerini gördüğümde, babamı hatırladım.
Milli bayramlar’da ayrı bir heyecan duyardı Babam. 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos, 29 Ekim. Bunlar milli duyguların kabardığı ve milli şuurun arttığı günlerdir.
Türk’ün tarihinde zaferler çoktur. Ancak, elbette atalarımızın zaferleri ile övünüp, kıvanç duyarken, yüz yıl evvelki günlerin önemini de unutmamamız gerek.
Çanakkale Zaferi ayrı bir destandır. Ancak, Çanakkale deki başarılar, Birinci Dünya Harbinin kaybedilmesi ile gölgelenmiş, yurdumuz işgal edilmişti.
Mustafa Kemal’in önderliğinde vatan toprakları düşmanlardan temizlenmiş, 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi Ankara’da çalışmalarına başlamış, İstiklal savaşından sonra da, zamanı gelmiş ve Mustafa Kemal Atatürk 29 Ekim 1923 De devletin rejiminin Cumhuriyet olduğunu ilan etmişti.
Babam işte her milli bayramlarda, bizi alır, önemli milli yerlere götürür, elimizde bayrak, neşe ile Atatürk’ün önünde saygı ile eğilirdik. O günleri hatırlamamak mümkün değil.
29 Ekim’de geçti. İsrail, Filistin’ katliamlarına devam ediyor. Amerika dahil, dünyanın bir çok ülkelerinde İsrail’in Filistin’e yaptığı soykırım saldırıları sokak gösterileri ile kınanmakta. Bir türlü şunu anlayamıyorum. Madem ki, bu kadar Hainliğe karşı insanlar sokaklarda gösteri yapıyor da, neden halen İsrail’e destek veren ve İsrail’in ürettiği ürünleri satan yerlerden  ürünleri almaya devam ediliyor.  Kafeteryalarında kahveler içiliyor. Bunu da anlamak mümkün değil!
Gazze’de katliam devam ediyor, İsrail’in umurunda değil. İnsanlar aç ve susuz. Her şeyden mahrum.
Ülkemizdeki ekonomik kriz de unutuldu.
Şimdi sizleri 1988’lere götüreceğim. Rahmetli Kemal Sunalın oynadığı Öğretmen Hüsnü filmine. Muzaffer İzgü’nün öyküsünden esinlenerek Kartal Tibet’in yönetmenliğini yaptığı, Memduh Ün’ün yapımcılığını üstlendiği Öğretmenin çilesi.
Bunu neden anlatmak ve hatırlatmak istedim canlarım. Geçmişte de sıkıntılar vardı, bu gün de aynı sıkıntılar devam etmekte. Onu da hatırlatmak istedim.
Konusu şöyle: Hüsnü Çelik, eşi ve iki çocuğuyla köyde yaşayan bir öğretmendir. Öğretmenlik görevindeki başarılarından dolayı İstanbul’a tayin edilir. Köyde öğretmen iken, bahçeli bir evde oturmakta, tavuk beslemekte, bahçesine sebze ekerek, aldığı mahsuller ile de bütçesine katkıda bulunarak, rahat ve huzur içerisinde yaşamaktadır.
Başarılı bir öğretmen olduğu için tayini İstanbul’a çıkar. İstanbul’a gelir, maaşı ile tayininin çıktığı semtte ev bulması mümkün değildir. Çok uzak bir yerde köhne bir ev bulur. Çocukları getirir. Okula gidip gelebilmesi için üç vasıta değiştirir. Okuldaki tüm öğretmenler maaşları ile geçinemediklerinden ek iş yapmaktadırlar. Hüsnü de çaresiz ek işler yapmak ister. Ancak, bir türlü başarılı olamaz.
Sınıfındaki öğrenciler öğretmenlerini çok sevmişlerdir. Aynı köydeki başarılı öğrenciler yetiştirdiği gibi, okuttuğu sınıftaki öğrencilerde çok başarılı bir eğitim görmektedirler. Öğrencileri, öğretmenler gününde aralarında yiyecek, içecek toplayarak, Hüsnü’nün evine erzakları götürürler. Öğretmenlerinin durumu onları üzmektedir.
Hüsnü ev alabilmek için bir kooperatife girer, biriktirmiş olduğu parayı Kooperatif başkanına verir, bir de gazete de ne görsün. Kooperatif başkanı bir çok kişiyi dolandırmış ve milyonları alarak kaçmıştır. Yıkılır Hüsnü..Sokaklarda ne bulursa satmaya çalışır. Okul uzaktır. Yavaş yavaş ailenin durumu kötüleşmektedir.
Hüsnü’nün dikkati dağılır, sınıfta dengesiz hareketler yapar. Rüyalarında kabuslar görmeye başlar. Çocuklar farkına varmadan ailelerine söylerler bu durumu.
Anne ve Babalar şikayetlerini yaparlar ve neticede Hüsnü Bakırköy Akıl ve Sinir hastalıklarına yatırılır ve orada da vefat eder. Bu filmi izlemenizi de tavsiye ederim.
Şimdi bakıyorum da, kiraların 15-20-30-40-50 bin olan büyük şehirlerde, bir öğretmen, memur, hele hele emekli nasıl bir yaşam sürebilecektir.

Devlete ait her türlü Üretim Fabrikaları, Tarım Ormancılık ve hayvancılık, işletilmeli, fevkalade geliştirilmelidir..
Gayrı safi milli hasıla artmalıdır..İstihdam arttıkça vatandaşın çoluk çocuğunu geçindirmesi kolaylaşır.. Sanayi ve Teknoloji bakımından birçok gelişmeler yaşıyoruz ama zengin ve fakir arasında büyük uçurumlar var bunlar aile yapısına büyük zarar veriyor. Vatandaş geçim sıkıntısından yolda evde her an patlamaya hazır bomba gibi geziyor..

1988 yılından bu yana hiç mi gelişemedik. Demek ki gelişememişiz!
Cumhuriyetin ilk on yılında, yoksulluktan, hiçbir şey yokken Mustafa Kemal Atatürk zamanında, hastalıklar bitmiş, fabrikalar yapılmış, sanayi gelişmiş, uçak bile yapmışız.
Neden; Mustafa Kemal Atatürk’ün yoktan var ettiği ülkeyi, daha ilerilere götürerek, kalkınmış, müreffeh bir ülke düzeyine çıkaramadık.
1988’de Kemal Sunal’ın oynadığı filmdeki yoksulluk, daha önceleri de vardı. Ancak; Mustafa Kemal Atatürk döneminde yoksulluk ortadan kalkmaya başlamış, halk umutla bakıyordu geleceğine.
Bugün ise umudumuzu yitirdik, geleceğimizin gençleri yurtdışlarına kaçıyorlar. Neden? Neden halen ekonomik kriz içerisinde yaşıyoruz. Neden dışa bağımlılıktan bir türlü kurtulamıyoruz?
İşte bunu sorgulamak geldi içimden.
Cumhuriyeti coşku ile kutladık ama içimi de hüzün kapladı.
Demek ki bir gerçek var. Bu ülkeyi kim idare ederse etsin, eğer Cumhuriyetin kazanımlarına önem vermez ve Mustafa Kemal Atatürk’ün yolundan gitmez ise, herhalde ülkemizin muasır medeniyetler seviyesine çıkması kolay kolay mümkün olmayacaktır.
Sevgiyle, kalın, sağlıcakla kalın can dostlarım.
31.10.2023
Nurcan Ercan Baki

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *


Hakkımızda

Hayat çok uzun gibi gözükse de, uzun değil kısadır. Yaşam tecrübelerle olgunlaşır. Ülkemizin milli ve manevi değerlerine sahip çıkmak görevimiz olmalıdır. Ulusal milli birliğimize sahip çıkmalıyız. Bir toplumda dil, din, milli ve manevi değerler kaybolursa, o toplum dağılmaya ve yıkılıp yok olmaya mahkûm olur.


İLETİŞİM

BİZİ İSTEDİĞİNİZ ZAMAN ARAYIN