İlk Türk Gazetecisi Hatice Suat Derviş

hatice söz

Sektör Medya 

Sevgili Okurlar bugün 23 Temmuz 2024 Salı. Geçmişte unutulmaması ve yeri geldiğinde anılması gereken kişiler vardır.

İşte bunlardan bir tanesi de HATİCE SUAT DERVİŞ dir.

Bu Cesur yürekli Türk kızı, Osmanlı’nın son dönemlerinde dünyaya gelmiş ve cesurca gazeteciliğe başlamıştır.

Suat Derviş: Kadınların yıldızları gönüllerince seyretme haklarını savunan gazeteci olarak anılmaktadır.

Hatice Suat Derviş (1905, İstanbul – 23 Temmuz 1972, İstanbul), Türk gazeteci ve yazardır. Türkiye’nin öncü gazetecilerinden biri ve döneminin en üretken yazarlarındandır: Gazetecilik mesleğine Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde başlamış; muhabirlik, köşe yazarlığı ve editörlüğü yapmıştır.

Suat Derviş öldüğü 23 Temmuz 1972 yılına kadar yılmadan, korkusuzca, kimsenin cesaret edemediği yazıları kaleme almıştı. Yaptığı Röportajlarla İstanbul’un yeraltı dünyasında yaşayan yoksul, fakir, evsiz, barksız, suçlu insanların yaşamlarını kaleme alırken, zengin sınıfı da unutmamıştı.

Zamanın en ünlü yazarlarını Derviş, Sabahattin Ali, Nazım Hikmet, Ahmet Hamdi Tanpınar, Atilla İlhan,  Orhan Kemal gibi isimleri çıkardığı bir derginin çatısı altında toplamış gerçekten güçlü bir kadındı.

Nazım Hikmet onun için şunu yazmıştı: “Ağlasa da gizliyor gözlerinin yaşını; Bir kere eğemedim bu kadının başını”

Doğru söylemişti. Kimse yaşamı boyunca başını eğememişti Suat Derviş’in.

 Varlıklı bir ailenin kızı olarak çocukluğu; Moda’da, Küçük Çamlıca’da geçmiş. Köşklerde, dayısının Arnavutköy yalısında “gündüzleri durup dinlenmeden elindeki küçük kovayla denizin suyunu çekip denizi boşaltmaya uğraşan” mutlu bir çocukluk hayatı olmuş. İstanbul’u, Boğaz’ı seyrederek büyümüş. ‘Boğaz’ın Çöküşü‘ne de çocuk gözleriyle tanıklık etmiş diyebiliriz.

1919-1920’de ablası Hamiyet Hanım’la birlikte Berlin’de Sternisches Konservatuarı’nda okur. Berlin’de müzik eğitiminin ona uygun olmadığına kanaat getirip, gizlice Edebiyat Fakültesi’ndeki Felsefe bölümüne geçiş yaparak eğitimine devam eder. Belirli aralıklarla 10 yıla yakın Avrupa’nın çeşitli ülkelerinde özellikle Almanya’da bulunur. Orada da yazmaya devam eder.1932’de babasının ölümü üzerine Almanya’dan Türkiye’ye döner ve bu dönüşünü şu sözlerle anlatır:

Komşusu olduğu Nazım Hikmet, bir gün masanın üstünde Suat Derviş’in şiirini görür ve ondan gizlice gazeteye gönderir. Hezeyan adlı ilk şiiri 15-16 yaşlarındayken Alemdar gazetesinde yayımlanır. Böylece edebiyat dünyasına adım atmış olur

İlk kitabı olan Kara Kitap 1921’de, henüz 16 yaşındayken yayımlanır. Ne bir Nefes (1923), Bir Buhran Gecesi (1924), Fatma’nın Günahı (1924), Gönül Gibi (1928) ve Latin harfleri ile yazdığı ilk eser olan Emine (1931) romanları onu izler. Gotik edebiyat örneği sayılabilecek, daha çok âşk konularının işlediği romanlarının yanı sıra İstanbul’un Bir Gecesi (1931), Hiç (1939), Çılgın Gibi (1934), Bir Haremağasının Hatıraları (1958), Fosforlu Cevriye (1968) ve Ankara Mahpusu (1968, ilk olarak 1957’de Paris’te Fransızca) gibi tespit edilen 30 romanı vardır.

Suat Derviş, Uluslararası Montrö Konferansı’nı ve 1923 yılında Lozan Konferansı’nı muhabir olarak izler.

Kendinden ödün vermeyen, başına buyruk, tavizsiz kişiliğiyle edebiyatımızın üvey evladı sayılmış

Yine başka bir toplantıda “Reşat Fuat Baraner’in karısı” olarak takdim edilince de itiraz eder ve şöyle der: “Ben yazar Suat Derviş’im. Kimsenin karısı olarak yâd edilemem.”

Ünlü bir edebiyatçı ve hak savuncusu olarak Suat Derviş

Kendini ortaya koyarken sosyal ve siyasal konularda da fikrini beyan etmekten hiç çekinmemiş Suat Derviş. 21 Eylül 1930’da Makedonia gazetesinde “Osmanlı Edibesi Suat Derviş” başlıklı röportajında kadınların oy haklarına dair şu ifadeleri kullanıyor:

  • Kadınların mutlaka Meclis’te temsil edilmesi gerekiyor. Erkek siyasetçiler alın teriyle geçinen bir kadının tahammül edilemez şeriat-i hayatiyesinin iyileştirilmesiyle derhal ilgilenmediler. Bu nedenledir ki Meclis’te kendini savunabilmesi için ona bir temsilci vermek
  • mecburiyetindeyiz.CumhuriyetSon PostaTan’da yaptığı röportajlarıyla gerçek yaşamı tanıdığını şu sözlerle ifade eder:
    • Ben rüya gördüm. Hayatı tanımıyordum. Hayattan anlatacak şeyler bilmiyordum. Rüyalarımı anlattım fakat şimdi ne on altı yaşında ne yirmi yaşındayım. Yani bebeklerimi kafamın ve kalbimin tavan arasına lüzumsuz eşyalar içine terk ettim. Artık rüya görmüyorum. Uyandım. Etrafımı görüyorum, etrafımda olan şeyleri hissediyorum. Beni bebekler değil insanlar alâkadar ediyor. Beni hayal değil hakikat alâkadar ediyor, çünkü hayat ve hakikat en güzel rüyadan ve en parlak hayalden çok daha zengin ve çok daha cazip.
    • Suat Derviş’in çok önemli röportajları vardır. İstanbul’da yaşayan halkın İstanbul’da nerede oturur başlıklı röportajı çok ilgi çekicidir.
  • 1935’te Cumhuriyet’te yayımlanan bir başka yazı dizisinde berberleri, terzileri, bakkalları, otelcileri dünyayı saran ekonomik buhranın modernleşen bir kentin insanlarının günlük alışkanlıklarına nasıl sirayet ettiğini esnafların ağzından anlatır. Röportajın sonunda da görüşlerine yer vererek meslek sahiplerine sorduğu “Düne nazaran nasıl yaşıyoruz?” sorusuna “Bambaşka diye yanıt verir.
  • Son Posta’da 1936’da yayımlanan Çöken Boğaziçi yazı dizisinde Beylerbeyi’nden Rasathane’ye, Bebek’ten Hisar’daki yalılara padişahları, prensleri konuk etmiş Boğaz’ın o eski şatafatının sönüşünü tanıklarıyla konuşur. Boğaziçi’nin ölümünü sadece Şirketi Hayriye bilet ücretlerinin pahalılığı değil tüm İstanbul’un gün gün yoksullaşmasına bağlar.
  • Polisin bile giremediği yerlere kadın gazeteci olarak girdi

  • Aynı yıl yine Son Posta’da yayımlanan İstanbul’un Altında Kimler Yaşıyor serisinde “işten el çekmiş bir yankesicinin rehberliği ile sabaha karşı şehri nasıl gezdim ve neler gördüm?” sorusunun cevabını yazar. Belli etmese de korkuyla yaptığı bu gezide polislerin dahi giremediği yerlere bir kadın gazeteci olarak girmiştir. Yaptığı görüşmelerde sabıkalı insanların “Korkuyor musunuz?” sorusuna “İnsan insandan korkar mı? Ben sizleri böyle ve beni, bizleri yetiştiren cemiyetten korkuyorum, sizden değil” sözleriyle karşılık verir.

  • 1937’de Tan gazetesi için Sovyetler Birliği’ne bir yazı dizisi hazırlamak üzere gönderilir. “Niçin Soyvetler Dostuyum” başlıklı yazı dizisinde Sovyetler Birliği’ndeki toplumsal düzenden, kadın ve çocuk haklarından, sosyal düzenin nasıl olduğundan bahseder. Sosyal yaşamı anlatırken Türkiye’ye de önerir bazı uygulamaları. Bu yazısından sonra dönemin İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın özel kalemi tarafından Pera Palas’a davet edilir. “Bu tür yazılar kaleme almamalısın yoksa gazetecilik falan yapamazsın bu ülkede” tehdidinden sonra Babaali’nin kapıları Suat Derviş‘in yüzüne kapanır bir bir.
  • Gençlere yardım edince 68 yaşında gözaltına alındı

    Suat Derviş, dönemin eylemci gençlerine “yardım ve yataklık” yaptığı iddiasıyla gözaltına alınır ölümünden bir yıl önce. Hatta gözaltına alındığında gözleri görmediği için iki genç polisi, dönemin solcu gençlerinden sanarak içeri davet eder. Polis olduklarını anlayınca önce direnir ve “Gözaltına alacaksınız madem biraz bekleyin” diyerek içeri gidip bozulan ojelerini tazeler. Suat Derviş Emniyet Birinci Şube’ye götürülürken yardım ettiği gençler endişelidir. Derviş ise onlara döner ve “Ne güzel, eylem içinde öleceğim” der.

    23 Temmuz 1972’de yatırıldığı Kasımpaşa’daki askeri hastanede gözlerini hayata yumar Suat Derviş, yapayalnız. Genç yaşta yazdıkları dillere destan olan Derviş, yaşamının son döneminde unutturulmuş, gazetecilik yaptırılmayan bir gazetecidir artık.

    Osmanlı devrinde doğup, Cumhuriyet döneminde yaşamını sürdüren ve Cesurca toplumun dertlerine parmak basan, Suat Derviş, maalesef Cumhuriyet döneminde de Komünizm korkusu yaşayan iktidar mensupları tarafından yer yer sıkıştırılmış, hapishanelere atılmış, tehditler almıştır. Halbuki o yoksul ve fakir halkın dertlerini, gerçekleri yazarak kalemi ile toplumu aydınlatmaya çalışmıştır.

  • Ruhu şad, mekanı cennet olsun.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *


Hakkımızda

Hayat çok uzun gibi gözükse de, uzun değil kısadır. Yaşam tecrübelerle olgunlaşır. Ülkemizin milli ve manevi değerlerine sahip çıkmak görevimiz olmalıdır. Ulusal milli birliğimize sahip çıkmalıyız. Bir toplumda dil, din, milli ve manevi değerler kaybolursa, o toplum dağılmaya ve yıkılıp yok olmaya mahkûm olur.


İLETİŞİM

BİZİ İSTEDİĞİNİZ ZAMAN ARAYIN