Atatürk ” Havran köylerinden birinde bir Seyit Onbaşı olacaktı onu bulup getirin” der.
Koca Seyit’i şiirsel bir dille anlatan Sn.Umruk’a çok teşekkür ediyorum.
“Hüner ilgi görmeli.İlgi görmeyen güzel yazılar yiter.” diyelim ve Mualim Naci’yi anmış olalım.
***
Kısa öykü(anekdot):
1929’da Havran’a gelen Gazi Mustafa Kemal Atatürk ,Nahiye Müdürüne , ” Havran köylerinden birinde bir Seyit Onbaşı olacaktı onu bulup getirin” der.
Seyit Onbaşı’nın hangi köyde olduğunu bilmeyen Nahiye Müdürü “Emriniz olur.Buluruz tabii Paşam” der.
Edremit askerlik şubesinden Seyit’i sordurur. Manastır köyünde bulunur.
Şubeden görevlendiri iki jandarma eri sabah çıkan akşamüstü köye ulaşır.
Kömüre giden Kocaseyit’i jandarmalar akşama dek bekler.
Akşam geç saatte evine gelen Seyit, jandarmayı görünce, kaçak kömür için geldiklerini sanır. Ama bozuntuya vermez.
Askerlere “suçum ne ki” diye sorar. “Hayır, suçun yok biz seni bekliyoruz. Seni Mustafa kemal Paşa çağırıyor.”deyince Seyit sevinir. Gece yarısı Havrana vardıklarında nahiye müdürü, Seyit’i perişan vaziyette görünce, önce onu bir güzel yıkatır, berberde saç sakal traşı yaptırır. Sabah da elbisesini verir.
Atatürk’ün yanına çıktığında, biraz sohbetten sonra Paşa ‘Ne istersen, iste sen büyük kahramanlık yaptın’ der.
Kendisine maaş bağlamasını teklif eder.
Seyit Ali, “Hayır paşam !Biz görevimizi yaptık maaş için değil” der.
Atatürk’ten tek bir isteği olur.
“Ben dağda odunla kömür yapıyorum. Havran ve Edremit’te kaçak satıyorum. Senin emrinle o dağdaki ormancılar baltamı almasa. Rahat çalışsam, maaş da istemem“der
Atatürk, Seyit’e dokunulmasın diye nahiye müdürüne talimat verir, .
Ancak iki yıl sonra yeni gelen nahiye müdürü bu emri uygulamaz, Seyit’e pek rahat verilmez.
Seyit Ali Onbaşı, bir süre daha dağda odun kömürü yapar.
Yaşlanmaya başlayınca zorlanır, Havran’da bir fabrikada hamallığa başlar.
Seyit Ali Çabuk, 1939’da 50 yaşındayken, zatürreye yakalanır ve yaşamını yitirir.
Köyündeki mezarlığa gömülür.
Kocaseyit’in köyü, hala yoksul…
Yüze yakın torununun yaşadığı Kocaseyit Köyü (köyün adı sonradan Çamlık, 1990’da da Kocaseyit olmuştur) 18 Mart’larda protokolün uğrak yerlerinden biri oluyor.”(2)
(2) https://www.balikesirim.
Gönderen: Noyan UMRUK <noyanumruk@hotmail.com>
Date: 16 Mar 2023 Per, 15:39
Subject: 18 MART ve KOCA SEYYİD DESTANI… Dr. Noyan UMRUK
To:
18 MART ve KOCA SEYYİD DESTANI… Dr. Noyan UMRUK
“Kocaseyit namı, Seyit Ali Çabuk tam adı.
Abdurrahman oğlu Seyyid…
1889’da Balıkesir Havran’ın Çamlık köyünde doğar,
mektep medrese görmez ama
yine de iyi kötü derdini yazar.
Köv yerinde n’ossun, kah hayvan güder,
kah anacığı ile el bahçesinde zeytin silkeler…
Balkan Harbi çıkınca onu da alırlar askere
Amma bir türlü gelemez teskere…
Pehlivan yapılı olduğu için adının başına bir “Koca” yakıştırırlar.
Koca Seyyid Balkan dağlarında üç yıl komitacı kovalar.
Tam terhis vakti gelmiştir ki topçu neferi yaparlar…
Ve de Çanakkale’ye yollarlar.
Kilitbahir, Mecidiye Bataryası…
Hey koca topçu…
Şu dağlara yan gele yan gele
Vahreş-i fitteki düşman sefilesinin su kesimi
Denkleş dur
İki bıyık bükümü sağa
Beraber bir iki
Üç evlek ile ruh
Beraber bir iki üç
Bir gülle tıkıla
Ikıla, sıkıla
Mesafe hak getire
Haydi Allah rasgetire…
Topçuluğu başlamıştır…
İngilizi, Fransızı 18 Mart seheri Boğaz’ı zorlar..
Zırhlıların ateş gücü yüksek,
Siperleri göğe savururlar.
Tam “oldu galiba” diyeceklerdir ki,
Topçu bataryalarımız ateşe başlar
İngilizler, yanı başlarında yükselen sudan kuleleri
görünce çok heyecanlanmıştır…
Queen Elizabeth ve Ocean zırhlıları Kilitbahir önlerine varmıştır,,,
Veee cehennemi ateşe başlar…
Merminin biri cephaneye isabet eder;
müthiş bir gürültü kopar.
Bataryanın kırk yiğidi sığınağa sokulacak fırsat bulamazlar…
Koca Seyyid hayal meyal havalandığını hatırlar…
Gerisi genzindeki pis koku,
Kulaklarındaki derin uğultu
Ve de bulanık simalar…
Seyyid gözünü açtığında bir sıhhiye erinin kucağında…
Yiğitlerden 14’ü şehit, 24’ü yaralanmıştır…
Niğdeli Ali şaşkın şaşkın ortalıkta dolanmakta…
Ocean önlerine kadar sokulmuş hala ateş yağdırmakta…
Şimdi cevap vermenin tam zamanıdır,
Lakin toplardan ikisi toprak altında kalmıştır.
Üçüncüsü belki işe yarar ama…
Onun da mataforası (mermi vinci) çalışmamıştır…
Koca Seyyid, bir katil zırhlıya, bir kırık topa bakar.
Sonra çılgınlar gibi patlamamış mermi arar.
Tozun toprağın arasında üç tane mermi bulmuştur…
Mermiler kendinden üç misli ağırdırlar.
Koca Seyyid “Ya Allah” diyerek 276 kiloluk mermiyi kavrar,
Niğdelinin yardımıyla sırtına atar.
O yükle altı basamak çıkar
Mermiyi namluya koyar.
Başlarında komutan olsa şüphesiz isabetli atışlar yapacaklar…
Nitekim ilk mermi uzak düşer, ikincisi yakın …
Gemi nam-ı diğer Ocean tam önlerinden geçmek üzeredir…
Üçüncüyü yetiştirir, ateşlemeyi başarırlar…
Gemiyi zor zahmet kıçından vururlar.
Ne var ki; o darbe ile dümen tertibatı devreden çıkar.
Binlerce beygir gücündeki gemi fırıldak gibi dönmeye başlar.
Gidip bir gece evvel Nusret’in döşediği mayınlara toslar…
Mayınlar o koca alameti kağıt gibi parçalar…
Mürettebat girdaba kapılır, döne döne sulara batar ….
Müstahkem Mevki Kumandanı Cevat Paşa gelir koşa koşa
Öper Koca Seyyid’i alnından
Onbaşı rütbesini takar koluna…
Hadiseyi duyan Almanlar
Fotoğraf makineleri ile dondurmaya kalkar o anı…
Lakin kalmamıştır işin heyecanı, imanı …
Seyyid bırakın sırtlamayı,
yerinden bile oynatamaz mermiyi….
Bu poz için boş bir kovan bulunur, kaldırmış gibi
İşte budur hafızalarımızdaki resmi,,,
Sonra istemez ne izin ne de para…
O günden sonra bir yerine günde iki tayın bırakırlar ona…
Boğazından geçmez birini verir yaralı arkadaşlarına…
1918 terhis… Kövü, anası, avradı, yavrusu…
Çanakkale’den Havran’daki köyüne kadar 145 kilometreyi 13 günde yayan yürür.
Köyünde onu herkes öldü bilir.
Geldiğinde evine giremez; çünkü 9 yılda belki karısı, yeniden evlenmiş olabilir.
Akşamdan geldiği evini sabaha kadar göz hapsindedir…
Sabah koyunları çıkarmak için gelen bir akrabası ona doğru seğirtir:
“-Sen kimsin? -Ben Seyidim. -Biz seni öldü biliriz. – Gördün gaari sağ döndüm. Benim hanım evli mi? -Hayır evli değil. Bir çocuğun var içeride, çocuğu korkutursun. Bağırarak git, haberi olsun.”
Kapıdan eşinin ismini seslenir.
8 yaşında kız kapıya gelir.
“Anne sakallı bir adam kapıda dikilir…”
Annesi gelir…
” Kızım o senin baban Seyit.”
Daha soluklanamadan Yunan’ın çıkarması…
Efedir ya… Silahını kapar, çıkar dağlara
Manisa, Kula, Uşak derken Afyon’a…
Kurtuluştan sonra döner sessiz sedasız…
Kövüne, anacığına, avradına…
1929’da Gazi Mustafa Kemal Atatürk Havran’a gelir.
Nahiye Müdürü’ne “Burada bir Seyit Onbaşı olacaktı onu görmem lazım.”
“Buluruz Paşam” deyip, Manastır köyünde bulur.
Şubeden 2 jandarma salınır.
Sabah çıkan jandarmalar akşamüstü köye gelir. Kocaseyit, dağa kömüre gitmiştir..
Akşam geç saatte Seyit gelir…
Jandarmayı, kaçak kömür için geldiler sanır.
Askerlere “suçum ne ki” diye bağırır.
“ Suçun yok seni Paşa çağırır”.
Paşası ona maaş bağlamaya kalkar.
O istemez, “”Hayır paşam, Ben dağda kaçak odunla kömür yaparım
Havran ve Edremit’te satarım.
Sen emir ver de ormancılar baltamı almasa
Seyit neferinde rahat çalışsa
Ben vazifemi yaptım istemem maaş falan da”
Kendi yağıyla kavrulmaya bakar…
Dağdan dal budak getirir, odun kömürü yapar…
Yıl 1939…
Atasına kavuşur…
Boğazın köpüklü mavisine bakan bir heykel,,,
Bu onur ona da, yedi sülalesine de yeter…
HEY GİDİNİN KOCA SEYYİD’İ HEY…