Sektörmedya; AB Yüksek Temsilcisi Borrell:  “Türkiye Çatışmalarda Önemli Rol Üstleniyor”

borell

Yazan

Prof. Dr. Sadık Rıdvan Karluk’un AB Yüksek Temsilcisi Borrell’in “Türkiye Çatışmalarda önemli rol üstleniyor” başlıklı
yazısıturkishnews’de yayınlanmıştır. Söz konusu yazıda şöyle denilmektedir:

Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, Türkiye’nin İsrail-Filistin

çatışmasında  önemli roller üstlendiğine  dikkat çekerek  iki devletli çözüm için Türkiye ile temasa geçmeye hazır olduklarını

açıklamıştır.

AB Komisyonu’nun hazırladığı Türkiye raporunun yayınlanmasının ardından açıklamalarda bulunan Borrell,

Türkiye bizim için çok önemli bir partner. Türkiye’yi Libya’da görüyoruz. Türkiye’yi Somali’de görüyoruz.

Hatta Türkiye’nin Venezuela meselesiyle ilgilendiğini bile görüyorum. O halde Türkiye, Orta Doğu barış sürecinde neden rol oynamasın?”  demiştir.

Borrell, Filistin İsrail çatışması dahil, tüm alanlarda Türkiye ile  karşılıklı fayda sağlayan ilişkiler geliştirmenin

stratejik çıkarları olduğunu  açıklamıştır:

“Türkiye ve bölgedeki tüm ilgili aktörlerle çalışmaya hazırız. Müslüman ve Arap dünyasının temsilcileriyle görüşüyoruz.

İki devletli çözümü hayata geçirecek siyasi müzakere yolları konusunda Türkiye ile görüşmeye hazırız.

Bu hem Türkiye’nin hem de AB’nin desteklediği bir şey.”

Türkiye ile yakın ilişkiler kurmanın, Yunanistan ile iyi komşuluk ilişkilerinin önemi göz önünde bulundurulduğunda

hayati önem taşıdığını  açıklayan Borrell, Türkiye’nin Ukrayna’daki savaşta bir NATO müttefiki olarak Karadeniz’deki

rolünün  kilit önem taşıdığını   vurgulamış,  AB Komisyonu tarafından,  “AB ve Türkiye’nin Siyasi, Ekonomik ve

Ticari İlişkilerinin Durumuna İlişkin Ortak Bildiri” raporunda  temel fikir ayrılıklarını gidermeye yönelik çabaların

devam etmesi gerektiği belirtilmiştir.

Rapor’da,  Türkiye ile gümrük birliği görüşmelerinin sürdürülmesi tavsiye edilirken, ticaret, yatırım, göç,

vize muafiyeti  konularında daha fazla adım atılması gerektiği vurgulanmıştır. Mart ayında Avrupa Konseyi

tarafından AB-Türkiye ilişkilerine ilişkin son değerlendirmeden bu yana Haziran 2021’den itibaren her iki tarafta da

gerginlik yaratan dinamikleri durdurmaya yönelik çabalar sürdürülmüştür. Türkiye, ikili ilişkileri de dahil olmak

üzere çeşitli konularda daha yapıcı bir tutum sergilemiştir.

Rusya-Ukrayna savaşı bağlamında Türkiye, Ukrayna’ya karşı saldırganlığın önlenmesi dahil olmak üzere bazı

girişimlere öncülük etmiştir. Ukrayna’nın hayati önem taşıyan ihracatına ilişkin yaptırımların aşılmasına yönelik

son dönemdeki çabaları somut sonuçlar vermiştir.  Fakat  süreç kırılgan olmaya devam  etmektedir.

Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki tutumunda “iki devletli çözüm”ün  yer alması, önemli bir sorun oluşturmaktadır.

AİHM kararlarının uygulanmaması da dahil olmak üzere AB-Türkiye ilişkilerinde aşılması gereken çok sayıda

engel vardır. Hukukun üstünlüğüne ilişkin diyalog ve temel haklar, AB-Türkiye ilişkilerinin ayrılmaz  parçası

olmaya devam etmektedir. Tek taraflı eylemlerden kaçınarak, Kıbrıs  sorunu da dahil olmak üzere iyi niyetle

diyalog, işbirlikçi ve karşılıklı fayda sağlayan bir ilişkinin gelişmesi sağlanmalıdır.

Karşılıklı yarar sağlayan bir ortaklık geliştirmek her iki tarafa da yarar  sağlar. Türkiye, önemli bir komşu, kilit bir ortaktır.

Avrupa Birliği’ne aday ülke olmasına rağmen, Türkiye ile katılım süreci durma noktasındadır. Avrupa Birliği

Türkiye ilişkilerinin gelişmesi açısından sonraki adımlar, aşamalı, orantılı bir şekilde olacaktır. Bu adımlar

yerleşik koşullara  bağlıdır. Bunlar; Avrupa Konseyi tarafından Haziran ve Mart 2021’de  belirlenmiştir.

Josep Borrell’e göre  Türkiye ve Avrupa Birliği, son gelişmeler konusunda aynı şeyi desteklemektedir.

Filistin’de iki devletli çözüme ilişkin konumumuz ve Orta Doğu’daki  barış sürecine katkılar  ile

DEAŞ ile mücadelede (terörizm) konusunda AB ile önemli  ortaklık  vardır.  Bununla beraber Türkiye ile AB,

Hamas konusunda aynı  görüşte değildir. Türkiye’nin  farklı  yaklaşımı  Müslüman dünyasının tutumuyla tutarlıdır.

Orta Doğu’daki  soruna çözüm, askeri olamaz. Aynı zamanda politik ve diplomatik kanallar ihmal edilmemelidir.

Bunun için baskı yapılması gerektiği konusunda AB, Türkiye ile aynı fikirdedir.

(https://mail.google.com/mail/u/0/#inbox/)

Josep Borrell’in   açıklamaları büyük ölçüde olumlu olmakla birlikte, Avrupa Birliği’nin   Türkiye’ye karşı

uyguladığı çifte standartlara ben “BOBON KRİTERLERİ” diyorum.  Bu kriterler  Avrupa Birliği’nde

Türkiye’ye yapılan ayırımcılığı belirtmek üzere ilk defa tarafımdan kullanılan ve Türkçe literatüre giren

kavramdır.  BOBON  kriterlerinin açılımı söyledir:  BOBizden Olanlar, BON: Bizden OlmayaNlar. Türkiye,

bazı AB liderleri (Merkel ve Sarkozy gibi)  ve Avrupalılar tarafından BON kapsamında algılandığı için  daima

önüne engel çıkarılan ülke olmuştur.

Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkileri,  1964 yılından bu yana yürürlükte olan “Ortaklık Anlaşması

(Ankara Anlaşması)  kapsamında yürütülmektedir.  Türkiye-AB arasında 1995 yılında Gümrük Birliği

gerçekleşmiş,  Aralık 1999 tarihli AB Zirvesi’nde Türkiye’ye “aday ülke” statüsü verilmiş,   katılım müzakereleri

Ekim 2005’te başlamıştır. Bu sürede 16  başlık müzakereye açılmış,   biri geçici olarak kapatılmıştır.

Haziran 2019 tarihli AB Genel İşler Konseyi’nde  mevcut koşullar altında, Türkiye ile yürütülen katılım

müzakerelerinin fiilen durma noktasına geldiği, bundan sonra bir  başlığın açılmasının ya da kapatılmasının

mümkün görünmediği açıklanmıştır.

Gümrük Birliği’nin güncellenmesine yönelik  çalışmalar yapılmasının  öngörülemediğine işaret eden

Haziran 2018 tarihli Konsey Kararı önemlidir. Müzakere sürecinde  önemli konu, sözde Ermeni soykırımının

tanınmasıdır.  Avrupa Birliği, başta Avrupa Parlamentosu olmak üzere 1980’li yıllardan bu yana  1915-1917 olaylarını

Birleşmiş Milletler’in 9 Aralık 1948 tarihli kararındaki “soykırım” tanımına uygun görerek soykırım/genocide

olarak kabul etmiştir. Bu ön kabul ile iletişim stratejisini inşa eden Avrupa Parlamentosu, Türkiye’nin  kararı

kabul etmesini istemiş ve sözde Ermeni soykırımını reddetmesinin Avrupa Birliği üyeliğinin  engeli olduğunu açıklamıştır.

Türkiye’nin o zamanki ismiyle Avrupa Topluluğu’na üyelik başvurusundan hemen sonra, 1987’de Avrupa

Parlamentosu’nda soykırımı iddialarını kabul ettiren Ermeni diasporası, bu yolu da zorlayarak amacına ulaşmak istemektedir. (https://www.academia.edu/29189840/Avrupa_Birli%C4%9Fi_nin_

Ermeni_Soyk%C4%B1r%C4%B1m%C4%B1_Sorunundaki_%C4%B0leti%C5%9Fim_Stratejisi_1987_

Referans_AP_Karar%C4%B1_%C3%96rne%C4%9Fi?email_work_card=title)

Türkiye ile Avrupa Birliği ilişkileri,  1964 yılından bu yana yürürlükte olan “Ortaklık Anlaşması

(Ankara Anlaşması)  kapsamında yürütülmektedir.  Türkiye-AB arasında 1995 yılında Gümrük Birliği

gerçekleşmiş,  Aralık 1999 tarihli AB Zirvesi’nde Türkiye’ye “aday ülke” statüsü verilmiş,

katılım müzakereleri Ekim 2005’te başlamıştır.

Müzakereler  kapsamında  16  başlık müzakereye açılmış,   biri geçici olarak kapatılmıştır.

Haziran 2019 tarihli AB Genel İşler Konseyi’nde  mevcut koşullar altında, Türkiye ile yürütülen katılım

müzakerelerinin fiilen durma noktasına geldiği, bundan sonra bir  başlığın açılmasının ya da

kapatılmasının mümkün görünmediği açıklanmıştır.  Gümrük Birliği’nin güncellenmesine yönelik  çalışmalar yapılmasının  öngörülemediğine işaret eden Haziran 2018 tarihli Konsey Kararı’na da atıf yapılmıştır.

Sözde soykırımının tanınmasının yanında, AB’nin, demokrasi, hukukun üstünlüğü, temel haklar ve

yargının bağımsızlığının sürekli kötüye gitmesi  konusunda duyduğu endişeler giderilememiş,

birçok alanda  ilerleme yerine   gerileme olmuştur.
18 Mart 2016 tarihli AB-Türkiye mutabakatının sonuç verdiği, Türkiye’nin  göç akışını etkin biçimde

yönetmekte kilit rol oynamayı sürdürdüğü  açıklanmış, 18 Mart Mutabakatı’nda AB’nin üzerine düşen

yükümlülükler hakkında bir değerlendirme  yapılmamıştır.

Tarafımdan 1982 yılında DPT’da rahmetli Turgut Özal’ın talimatı ile “AET Dairesi” kurulmuş,

bu Daire’nin kurulmasından sonra  bürokraside AB ile ilgili bir yapılanma olmuştur. DPT AET Dairesi

daha sonra Genel Müdürlük olmuştur. Son Genel Müdürü Cumhurbaşkanı Yardımcısı sayın  Cevdet Yılmaz’dır.

AB Komisyonu,  zaman içinde Türkiye’yi “Ortadoğu ve Kuzey Afrika” birimine kaydırmıştır.

Türkiye, Avrupa Birliği Komisyonu’nun “Komşuluk ve Genişleme Müzakereleri Genel Direktörlüğü” (NEAR)

bölümünde, Ortadoğu ve Kuzey Afrika biriminde yer almıştır. Komisyon, Türkiye’yi de içine aldığı, daha önce

Ortadoğu ve Kuzey Afrika olan birimin adını  “Güney Komşuları ve Türkiye olarak değiştirmiştir. AB’den bir  kaynak “Bu tür iç yapılanmaların tamamen AB’nin kendisini ilgilendiren şeyler olduğunu ve dışarıya karşı herhangi bir açıklama veya izahat gerektirmediğini”  açıklamıştır.

Türkiye, AB’ye göre Avrupalı değil, Ortadoğu’lu  ve Kuzey Afrika’lı bir ülke olmuştur. Bu alanda  çok sayıda

kitap ve çalışmaya imza atan biri olarak  şunu söylemekte yarar vardır: Türkiye AB ilişkilerinin artık devam

eden üyelik süreci dışında yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.  Çünkü, açılan yeni birim ve alt masaları

şöyledir: “B – Komşuluk Güney ve Türkiye Birimi B.1 Ortadoğu B.2 Güney Bölgesel Komşuluk İşbirliği ve

Ekonomik Yatırım, B.3 Kuzey Afrika, B.4 Türkiye.”

 

Dönemin Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış, ziyaret ettiği Malta´da Türkiye´nin AB´ye entegrasyon

sürecinin yüzde 60´nın tamamladığını,  siyasi engeller olmazsa 2-3 yıl içinde kolayca üye olabileceğini

vurgulamıştır ama bu  hayal gerçekleşmemiştir. Malta ziyareti sırasında Times of Malta gazetesine mülakat  veren   Bağış’ın, “Müzakere sürecinde siyasi blokaj olmasa iki üç yıl içinde kolayca üye olabilirdik”  açıklaması

tamamen  siyasi bir demeçtir:

If they want Malta to support Turkey’s bid to join the EU they should first hold a referendum to see what

the Maltese think about it. I am sure that at least three-quarters of the population are against.”

“Eğer Malta’nın Türkiye’nin AB’ye katılım hedefini desteklemesini istiyorlarsa, önce bir referandum

yaparak Maltalıların bu konuda ne düşündüğünü öğrenmeliler. Nüfusun en az dörtte üçünün

karşı olduğuna eminim.”

Eski Başbakan Tansu Çiller’in 7 Mayıs 1995 tarihli Hürriyet Gazetesi’ne verdiği “En geç 1998’de

Avrupa Birliği’ne üyeyiz” demeci, bir hayali Türk kamuoyuna satmaktan başka bir şey değildir.

(S. Rıdvan Karluk, Avrupa Birliği ve Türkiye, Beta Basım, 9. Baskı, 2007, s. 693.)

Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, Türkiye’nin İsrail-Filistin çatışmasında  önemli roller üstlendiğine  dikkat çekerek  iki devletli çözüm için Türkiye ile temasa geçmeye hazır olduklarını  açıklamıştır.   - image 4

Aradan  onlarca  yıl geçmiş ama sadece bir başlık geçici olarak kapatılmıştır.   Bu durum,  AB’ye sonradan üye

olan ülkeler arasında bir rekor olup bu, sürecin bittiğinin  kanıtıdır.
Cumhurbaşkanı sayın Erdoğan 17  Haziran  2021 tarihinde   “AB’ye tam üyelik mücadelemizin artık neticelenmesini

istiyoruz” demiştir ama  bu açıklama da  Başbakan Çiller’in açıklaması gibi “suya yazılan yazı” olmaktan öteye geçmemiştir.

Başbakan Erdoğan, 18 Temmuz 2012 tarihinde  Rusya ziyaretine atıfta bulunarak, Rusya Devlet Başkanı

Vladimir Putin’e “Zaman zaman bize takılıyorsun. AB’de ne işin var diyorsun. O zaman ben de şimdi size

takılayım. Hadi gelin bizi Şangay Beşlisi’ne dahil edin, biz de AB’yi gözden geçirelim” demiştir.  “2023’e

Avrupa kalır mı sizce” sorusu yöneltilen Erdoğan, ”Kalır, kalmaz ama AB’nin hali ortada şu anda.

Maastricht kriterlerini karşılayamıyorlar. Biz evelallah karşılıyoruz” açıklamasında bulunmuştur.

Türkiye AB İlişkilerindeki  çifte standartlara ben “BOBON Kriterleri” diyorum. Bu kriterler

Avrupa Birliği’nde Türkiye’ye yapılan ayırımcılığı belirtmek üzere  tarafımdan kullanılan ve

Türkçe literatüre giren bir kavramdır.   BOBON  kriterlerinin açılımı şöyledir:  BO: Bizden

Olanlar, BON: Bizden OlmayaNlar. Türkiye, bazı AB liderleri (geçmişte Merkel ve Sarkozy)

ve Avrupalılar tarafından BON kapsamında algılandığı için  daima önüne engel çıkarılan ülke olmuştur.

Avrupa Komisyonu tarafından geçen yıl yayınlanan  raporda, Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinin,

Ankara tarafından “ciddi bir rota değişikliği” olmadan “devam ettirilemeyeceği” ifade edilmiştir.

Türkiye, AB ile gümrük birliği içerisindedir ve 1995’ten bu yana üyelik adayıdır. 2005 yılında başlatılan

tam üyelik müzakereleri 2010’lu yılların sonlarından bu yana çıkmaza girmiş ve müzakerelerin yeniden

canlandırılması yönündeki diplomatik çabalar başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

Brüksel merkezli düşünce kuruluşu Carnegie Europe‘un kıdemli araştırmacılarından Sinan Ülgen‘e

göre, AP’nin kararındaki retorik ve kullanılan üslup, bloğun Türkiye’deki siyasi durumu değerlendirirken

yaptığı önceki raporlarla uyumludur. Ülgen, Türkiye ve AB için kartlarda daha soğuk bir ilişki görmektedir:

“Taraflar için gerçekçi seçenek, üyelik müzakerelerini resmi olarak sona erdirmeden işbirliği yapmanın

alternatif bir yolunu bulmaktır ki bu, mevcut siyasi ortamda muhtemelen donmuş kalacaktır.”

AB, Türkiye’nin katılım sürecinin önündeki engelleri kaldırmadığı  ve “ahde vefa” ilkesinin gereklerini

yerine getirmediği sürece, AB ile ilişkilerini yeniden düzenlemesinde yarar vardır. Bunun en sağlıklı yolu,

Gümrük Birliği’nin  genişletilerek, emeğin serbest dolaşımının da sağlanmasında yatar.

Avrupa Parlamentosu’nun son  kararında, Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinin, Ankara tarafından

“ciddi bir rota değişikliği” olmadan devam ettirilemeyeceği  açıklanmıştır.  Cumhurbaşkanı Erdoğan,

“Son gelişmeler karşısında değerlendirmelerimizi yapacağız, gerekirse AB ile yollarımızı ayırabiliriz”  

demiştir ama bu, suya yazılan yazı olmamalıdır.

Türkiye, AB ile gümrük birliği içerisindedir ve 1995’ten bu yana üyelik adayıdır. 2005 yılında başlatılan

üyelik müzakereleri 2010’lu yılların sonlarından bu yana çıkmaza girmiş ve müzakerelerin yeniden

canlandırılması yönündeki diplomatik çabalar başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu gerçekleri dikkate

alarak AB ile ilişkileri yeniden düzenlemekte yarar vardır.

***

Boğaziçi Üniversitesi Mezunlarının Kamuoyuna Duyurusu   başlıklı 3 Aralık 2023 tarihli  ilanında

yer alan bir madde  çok  önemlidir: “1. Bir üniversiteyi iyi bir üniversite yapan liyakattir. Liyakat;

nitelikli akademisyenlerin ve idarecilerin işe alımının, konunun uzmanı birimler tarafından,

şeffaf ve ortak akla dayalı süreçlerle değerlendirilerek yapılması demektir.”

Bu tespite katılmamak mümkün değildir. Ankara’da bir vakıf üniversitesinde profesör atamasında

kullanılan ve YÖK tarihine geçecek olan  9 kriter   aşağıdadır. Eğer söz konusu 9 kriter ile bir ülkede

profesör atanabiliyor ve  YÖK bu atamayı bilmesine rağmen derin bir sessizliğe girmiş ise, artık yolun

sonuna gelmişiz demektir.

  • Dosyanın düzenli olması, (The regularity of the file)
  • Taşınır bellek, (Portable memory)
  • Adayın genç olması, (The candidate is young
  • Adayın dinamik olması, (The candidate is dynamic)
  • Adayın projeci olması,  (Being a project designer)
  • Adayın yaşı, (Candidate’s age)
  • Adayın dinamikliği, (Candidate’s dynamism)
  • Adayın lisans programlarında ders vermesi, (The candidate’s teaching in undergraduate programs)
  • Adayın yüksek lisans programlarında ders vermesi. (The candidate’s teaching in graduate programs)

 

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *


Hakkımızda

Hayat çok uzun gibi gözükse de, uzun değil kısadır. Yaşam tecrübelerle olgunlaşır. Ülkemizin milli ve manevi değerlerine sahip çıkmak görevimiz olmalıdır. Ulusal milli birliğimize sahip çıkmalıyız. Bir toplumda dil, din, milli ve manevi değerler kaybolursa, o toplum dağılmaya ve yıkılıp yok olmaya mahkûm olur.


İLETİŞİM

BİZİ İSTEDİĞİNİZ ZAMAN ARAYIN