TÜRK DÜŞÜNCESİNDE ÂKİF BAYRAĞI

12MartIstiklalMarsiMehmetAkifErsoyAnmaGunu

TÜRK
DÜŞÜNCESİNDE

ÂKİF
BAYRAĞI

Kaynak: Yerli Düşünce Dergisi

Ana Sayfa

Prof. Dr. Turan AKKOYUN
Aydın Adnan Menderes Üniversitesi İletişim
Fakültesi, Radyo, Televizyon ve Sinema
Bölümü Sinema Anabilim Dalı Başkanı
Adnan Menderes Araştırma ve Uygulama
Merkezi Müdürü
turan.akkoyun@adu.edu.tr;
turan.akkoyun@hotmail.com

Cihanın güç merkezini doğudan batıya aktaran gelişmelerin sonuncusu Sanayi Devrimi ile onu takip etmek durumunda kalan dünyanın siyasi ve fikrî lideri Türkler ve yönetim organizasyonu Osmanlı Devleti, kalıcı aksiyoner
politikalar geliştiremediğinden ya da en azından uzun dönem global değişimi umursamadığından,
engin birikime dayanan devlet adamları sorumluluk bilincinden kaynaklanan bir refleksle kan kaybetmekte olan bünyeyi ayakta tutabilme yolunda bazen kendi, bazen iktidar adına kısmi ve ferdî teşebbüs zarureti hissettiler. Sened-i İttifak, Tanzimat Fermanı, Islahat Fermanı, Kanun-ı Esasi’nin kabulü gibi hadiselerin hemen tamamı; iyi niyetli, temiz, halisane ve samimi duygularla mevcudiyeti muhafaza, yaşatma adına girişilmiş hareketlerdi. Maalesef fikren sağlam temeller üzerine inşa edilemediğinden hedefe yaklaşamadıkları gibi âdeta müsebbip pozisyonda yer alıp, sonraki olumsuzları da tetiklediler. Bununla birlikte köklü bir tecrübeye sahip Türk kültürü, fikir akımlarının
tümünü harmanlayarak Anadolu’da reel bir şekillenme gerçekleştirdi. Elinden her şeyi alınmasına
rağmen, yok edilme projesini katlayıp yürütücülerin kolunun altına sıkıştırdı.
Aynı ruh hâliyle çırpınan düşünce ve kalem sahipleri de, süreçte üzerlerine düşen kültürel sorumluluğu fazlasıyla almışlar, birbiri ardına reçetelerini sıralamışlardı. İlginç bir şekilde fikir akımları hâlâ
kısmen isim ve çehre değiştirerek toplumda yaşamaya, taraf bulmaya ve heyecan uyandırmaya
devam etmektedir. Avrupa’dan alınan, ilham ve birikimle şekillenen ancak sıralaması değişebilen,
toplumsal karşılık bulan fikirler şunlardır: Osmanlıcılık, İslamlaşma, Türkçülük, Batıcılık ve Âdem-i Merkeziyetçilik.
Osmanlıcılık Anayasa, Parlamento; İslamlaşma özü yakalama, reform; Türkçülük bağımsızlık,
millî kültür; Batıcılık çağdaşlaşma kapsamlı fikirleri desteklemekte, özgünlük kapsamında katma
değer sağlama çabası yansıtmaktaydı. Her birinin, Avrupa’nın eriştiği bilimsel ve teknik seviyenin
uzağında kalmama adına ürettiği, binbir zorlukla yayınladıkları eserlerde sert tartışmalar ya da
yakınlaşmalar güncelliğini muhafaza etmektedir. Elbette fikir akımları arasında zamanın ortaya çıkardığı zaruretlere bağlantılı olarak geçişler, müştereklikler hatta zıtlaşmalar, çelişkiler meydana gelmiştir. Olumsuzluk arz etmeyen bu durum kültürel zenginliğin göstergesidir. Fikir akımları birbiri ardına kronolojik olarak sıralanmış gözükse de, toplum nezdinde iç içe varlıklarını sürdürdüler. 1908 yılında başlayan ve Osmanlı Devleti’nin tasfiyesiyle sonuçlanan on yıllık
II. Meşrutiyet döneminde hemen hepsinin bir arada bulunduğu söylenebilir. Namık Kemal, önceki yüzyılda kalmakla beraber Tevfik Fikret, Hali-de Edip, Prens Sabahattin, Abdullah Cevdet, Celal Nuri, Kılıçzade Hakkı, Süleyman Nazif, Ziya Gökalp, Ali Bey Hüseyinzade bu devirde çetin bir fikrî mücadeleye giriştiler. Fikrî mücadele en az Talat,
Enver ve Cemal Paşaların aralarındaki rekabet kadar hararetli ve hareketliydi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün çok bilinen “Bedenimin babası Ali Rıza Bey, hislerimin babası Namık Kemal, fikirlerimin babası Ziya Gökalp’tir.” ifadesi, realitenin en üst makamdan ifadesiydi.
Devrinde esaslı bir güzergâh çizen Gökalp, savunduğu fikre ilmî bir mahiyet kazandırmıştır. Misak-ı Millî hudutları dâhilinde yeni bir düşünceye geçebilmek için her fikir akımının samimi mensupları fedakârlıklarla ön saflarda yer tutmakta herhangi bir tereddüt göstermediler. Bazı üstatlar doğrudan Anadolu’ya dâhil olamasalar dahi
kalemleriyle ciddi bir destek sağladılar. Sakarya Savaşı esnasında Yahya Kemal Beyatlı tarafından
kaleme alınan meşhur şiir, durumu herhangi bir değerlendirme yapılamayacak kadar berrak bir şekilde özetlemektedir:
“Şu kopan fırtına Türk Ordusudur yâ Rabbi
Senin uğrunda ölen ordu, budur yâ Rabbi
Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın
Galib et; çünkü bu son ordusudur İslâm’ın”
Bahsi geçen hususlar ve fikir adamları arasında, ömrünün her aşamasında çok farklı, daha doğrusu farkındalıklı bir konumda yer alan, Türk düşünce ufuklarında coşkuyla dalgalanmaya devam eden gönül bayrağı Âkif olmuştur. Gerek resmî toplantılarda, gerek düşünce platformlarında, gerek samimi sohbetlerde, gerek kitle iletişim araçlarında, gerekse akademik değerlendirmelerde defalarca gündeme getirilen özelliklerinden bir kısmı, araştırma konusunu toparlama adına yeniden sıralanacak olursa; gençlik yıllarında yönetimin anlayışına alternatifler sunabilmesi, manevi
açıdan olduğu kadar gelişmiş bilim ve teknolojiye kavuşma politikaları üretebilmesi, cephede bulunmamasına karşı Çanakkale’de kazanılan zaferi ruhuna uygun bir hâlde destanlaştırabilmesi,
Kudüs’ün düşmesi sonrasında Viyana’da bizzat şahit olduklarıyla düşünce dünyasını yeniden
şekillendirmesi, Mondros Ateşkes Antlaşması ile başlayan süreçte ümitsizliğe kapılma yerine Anadolu Türk’ünün giriştiği mücadelede tereddütsüz bir şekilde yer alması vb. O, Türk düşüncesi içinde değerlendirilirken 12 Mart 1921 tarihli İstiklal Marşı ile ilgili hususları atlamak mümkün değildir.
Aksi her türlü şart mevcut iken, marşa “Korkma!” diye başlamış, medeniyet denilen “tek dişi kalmış
canavar” karşısında “sönmeden yurdumun üstünde en son ocak” ve “yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım” ile mağlup edilemeyecek ruhu yansıtmıştır. “Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin istiklal!” tarihi kaydı düşmüştür. Fedakârlıklar ile dua bir aradadır: “Canı, cananı, bütün varımı alsın da hüda, etmesin tek vatanımdan beni dünyada
cüda.” Bütün bunlar için zamanı da meçhul bırakmamıştır: “Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.” Ezelden ebede net bir ufuk çizmiştir: “Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlal: Hakkıdır hür yaşamış, bayrağım hürriyet; Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin istiklal!” İstiklal Marşı, tesis edilen ulusal egemenliğe dayalı yeni Türk devleti Türkiye Cumhuriyeti ile 15 Kasım 1983 tarihinde bağımsızlığını ilan eden Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin millî marşıdır.
Ersoy, Osmanlı Devleti’nin en zor zamanında 1873 yılında payitahtta gözlerini açmış, 93 Harbi’ni, 1897 Türk-Yunan, 1912-1913 Balkan, Birinci Dünya Savaşlarını görmüş, Türklüğün ölüm-kalım savaşına en başından iştirak etmiş, devletin çöküşünü durdurabilmek adına ciddi katkılar yapmıştır. “Türk milletinin siyasi ve idari iktidarı altında” bir İslam Birliği idealiyle hareket eden şair, veteriner hekim, muallim, vaiz, hafız, Kur’an mütercimi, siyasetçi
gibi pek çok sıfatın hakkını fazlasıyla üstlenen düşünce merkezini, hayatının tamamına Türklüğü
yayan bir başka fikir bayrağı Atsız, şu ifadelerle değerlendirmiştir: “İslamcı olmasını kusur diye öne
sürüyorlar, İslamcılık dünün en kuvvetli seciyesi ve en yüksek ülküsü idi. Bugünkü Türkçülük ne ise
dünkü İslamcılık da o idi. Esasen İslamcılık, Osmanlı Türklerinin millî mefkûresiydi. On dördüncü asırdan beri, Türklerden başka hiçbir Müslüman millet ne Araplar ne Acemler ne de Hintliler İslamcılık mefkûresi görmüş değillerdi. Bir Osmanlı şairi olan Âkif’te, millî mefkûre kemaline ermiş,
fakat yeni bir mefkûrenin doğuş zamanına rastladığı için geri ve aykırı görünmüştür. … Mazide yaşayanların fikir ve mefkûreleri bize aykırı gelse bile onları zaman ve mekân şartları içinde mütalaa ettiğimiz zaman haklarını teslim etmemek küçüklüğüne düşmemeliyiz. … Çanakkale şehitleri için yazdığı şiir kâfidir. Başka söz istemez. … Âkif
inandı, dönmedi ve öyle öldü…” Hassas akademik bakışla yaklaşıldığında, vefatından on bir yıl sonra kaleme alınan bu değerlendirmelerin yazılışından üç çeyrek yüzyıl sonrasında dahi geçerliliğini muhafaza ettiği görülmektedir. Millî şairin hayat mücadelesine bugünden bakıldığında, İslam Birliği ile Türkçülüğü başarılı bir şekilde birleştirdiğini
söyleyebilmekteyiz.
Araştırma konusuna elbette farklı cephelerden bakılabilir. Toplumda hatıra, iz ve eser bırakan
şahsiyetlerin biyografilerine dair incelemelerde ya kronolojik ya da genel değerlendirmeler yapılır.
Millî şairimize dair biyografik birçok araştırmanın yapılmış olması, toplumsal karşılığının olduğunun
altını çizmektedir. Vurgulanması istenilen husus; onun mücadelesi, fikirleri ve eserleri ile ayrışmalara sebep olabilecek fikir akımlarını birleştirebilme yeteneğidir. Şimdiye kadar yapıldığı gibi fikirlerinden bahsetmekten ziyade ona dair kültürel eserlerin üretilmesi, akademik disiplinimiz gereği sinema ürünlerinin hazırlanması hususuna işaret,
kanaatimizce çok daha faydalıdır. Yeni nesillerin dijitalleşme ile birlikte kültür ürünlerini de hızlı tüketme yeteneği, böylelikle engin pınardan beslenebilir hâle gelebilir.
Âkif’in, -millî sorumlulukla takdire şayan bir şekilde kendine ait saymasa da- kanaatimizce en
önemli eseri “Kahraman Ordumuza” ithaf edilen 12 Mart 1921 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde defalarca okunup, heyecanla ayakta alkışlarla kabul edilen İstiklal Marşı’dır. Yakın gelecekte
yüz yaşına girecek olan esere dair birçok etkinlik hazırlanmaktadır. Bizzat katılacağımız etkinliklerden birisi olan, Burdur Mehmet Âkif Ersoy Üniversitesi’nin 1921-2021 İstiklal Marşı’nın 100. Yılı Sempozyumu’na Bilim Kurulu Üyesi olarak destek vermenin yanında, akademik katkı da sağlamayı bir vazife addediyoruz.
“İstiklal Marşı Hususunda Sinema Önerileri” başlıklı tebliğimizde, eserin sadece Anadolu Türklüğünün
bağımsızlığı ile sınırlı olmayıp, güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar inişli-çıkışlı ancak mevcudiyetini sürekli muhafaza eden Türklüğün, XX. yüzyılın ilk çeyreğinin yarısından itibaren müttefikleri saf dışı bırakılmış, ateşkes ile silahları ve ordusu dağıtılmış, ülkesi işgale açık duruma getirilmiş bir hâlde, elinde kalan son vatan toprağı “ata
yurdu” Anadolu’da tam anlamıyla bir ölüm-kalım mücadelesi vermek zorunda kalmıştır. Mondros
Ateşkes Antlaşması’nın imzalanması ile doğrudan bağlantısından dolayı Mütareke Dönemi olarak
adlandırılan zaman diliminde “haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşama esaslı” Türk milleti, Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinde teşkilatlanarak, millî egemenliği gerçekleştirerek, Ankara’da tesisi edilen Büyük Millet Meclisi ile yepyeni ufuklara yürümüştür.
1920 yılının sonlarına doğru yayınlan Ey Müslüman! başlıklı şiirindeki “Cihan alt üst olurken seyre baktın öyle durdun da, / Bugün bir serserisin, derbedersin kendi yurdunda!..” mısraları, durumu oldukça kısa ancak açık bir şekilde gözler önüne sermektedir.
Avrupa’nın sömürgeciliğine, ırk ve din ayrımı politikasına, insan hakları başta olmak üzere yüksek
değerlerin sözde savunuculuklarına, bölücülüğün evrensel destekçilerine karşı “maziye bağlı sağlam bir geleceğin” fikrî abidesi olmuştur. Karakter bakımından tamamen dışa açık bir insan olarak
eserleriyle; gençlik, kadın hakları, ahlak, cemiyetin problemleri başta olmak üzere edebiyatımız
kadar Türk kültürü havuzunun kalem ve düşünce ahlakında sağlıklı bir şekilde çizip yürüdüğü güzergâh hâlâ kullanılmaktadır.
Türk tarihi açısından da son derece ehemmiyetli bir dönüm noktası kabul edilen Meclis’in açılması ile yeni millî oluşum, aslında Türk milletini yok edebilmek adına girişilen dâhilî ve haricî saldırılara karşı mukavemet “aşama aşama” kuvvetlenerek ülkeye ve dünyaya kendini kabul ettirmiştir ki bu süreçte halkın hissiyatını ortaya koyan realitelerden birisi de İstiklal Marşı’dır. Marşın oluşumuna dair birçok unsur kaleme alınabilir. Alınmaya devam edilmesi de gereklidir. Bütün bunların haricinde tarih, sosyoloji, psikoloji, etimoloji, siyaset bilimi, hukuk, uluslararası ilişkiler gibi disiplinler açısından da yaklaşılabilir. Ancak hadise, ruhun yakalanmasıyla anlaşılabilecektir. Türklüğü ayağa kaldıran ruhun sanatsal karşılığı kültürel canlılığı tetikleyip, bilimsel ve teknolojik gelişmelerle şekillenip, beyinlerde güncelleme sağlayacaktır.
Şairi tarafından bir daha yazılmak mecburiyetinde kalınmaması duasıyla tarihe geçen millî marşın
farklı disiplinlerce ele alınması, gelecek nesillere aktarılması bağımsızlık şiarını barındıran Türk kültürüne de katkıdır. Devamlılıkta sanatın rolü üzerinde değerlendirme çabası gerektirmeyecek bir husus olduğu aşikâr bir hâlde, kültürel birikiminaçık göstergesidir.
Tehlikeye düşen bağımsızlığın kazanılması yolunda, memleketin farklı şehirlerinde faaliyetlerde
bulunan, Birinci Meclis’te yer alan, hepsinden de önemlisi millî egemenliğe dayalı olarak kurulan
yeni Türk devletinin millî marşını reel bir şekilde ortaya koyan, yanlış olduğunu düşündüğü istikametlere yol açmamak adına en üstte tuttuğu hususiyetlere hasretliği göze alan Mehmet Âkif
Ersoy, Türk düşünce deryasının seçkin damlalarından bir tanesi olarak sürekli hasretle, rahmetle
ve saygıyla hatırlanıp, peşinden koşturulup gidecek bir şahsiyettir. Yaşadığı dönemin hususiyetleriyle şekillenen sanatını değerlendirebilmek, fikirlerini aktarabilmek, mücadelesini canlandırabilmek kendisinden ziyade onu algılamaya çalışan yeni nesillere katkı sağlamaktadır.

Ana Sayfa


Kaynaklar
Atsız, “Mehmet Âkif”, Kızıl Elma, nr. 9, 1947, s. 8-9
Ölümünün 50. Yılında Mehmet Âkif Ersoy, Marmara Üniversitesi Yay., İstanbul 1986

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *


Hakkımızda

Hayat çok uzun gibi gözükse de, uzun değil kısadır. Yaşam tecrübelerle olgunlaşır. Ülkemizin milli ve manevi değerlerine sahip çıkmak görevimiz olmalıdır. Ulusal milli birliğimize sahip çıkmalıyız. Bir toplumda dil, din, milli ve manevi değerler kaybolursa, o toplum dağılmaya ve yıkılıp yok olmaya mahkûm olur.


İLETİŞİM

BİZİ İSTEDİĞİNİZ ZAMAN ARAYIN